Ölen Denizcilerin Ardından

Ölen Denizcilerin Ardından


Ölüme insanların verdikleri tepkiler dönemler arası değişse de zaman farklılaşsa da hep aynı olmuştur. Kültürün değişmesi bile tepkinin şeklini fazla değiştirmemiştir. Eski zamanlarda ölümün bir son olduğu inancı yaygındı. Yani ölümün sonrasında geri dönüş olmayacaktı. Ölüm ayrılık anlamına geliyordu. Ayrılık vakti geldiğinde ayrılığın biçimini gösteren ritüeller cenaze merasimleri olmuştur. Tarih süresince farklı inanç ve kültürlerin etkisi ile bu merasimler farklı dini ritüellere dönüşmüştür. 

Yolculuğun hazırlık aşaması bu merasimlerdi. Ölen kişilerin diğer alemde yollarını bulmalarını sağlamak gibi bir düzenlenme amaçları da vardı bu ritüellerin. Tüm bu merasimler ölüme ve sonrasına hazırlık için yapılıyordu. Tapınakların ve dini ayin yerlerinin pek çoğu karada yer almaktaydı. Bu durumda denizin ortasında ölenler için nasıl bir yöntem uygulanacaktı? Bunun için de farklı yöntemler vardı. Denizdeki uygulama karadaki uygulamadan farklı bir şekildeydi. Ölen denizcilerin ardından denizde cenaze merasimi düzenlenirdi. Bu eski bir denizci geleneği olarak farklı toplumlarda farklı şekillere sahipti. Biçim farklı olsa da hepsinin tek bir amacı vardı o da ölen kişiyi onurlandırmaktı.

Denizciler tarafından uygulanan cenaze merasimlerinin kökeni eski uygarlıklara kadar dayanmaktadır. Bu merasimler Roma, Yunan ve Mısır Uygarlıklarına kadar gitmektedir. Bu uygarlıklarda normal cenaze merasimlerinin yanında denizde ölenler için özel merasimler düzenlenirdi. Mesela Yunanlılar ölümden sonra Hades’in yanına gittiklerine inanıyorlardı. Hades’in yeraltı dünyasında bulunacaklarını düşünüyorlardı. Tabi öncesinde Acheron Nehri’ni geçmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Charon adındaki bir kayıkçı ölenlerden para alarak bunları nehrin karşısına geçirme hizmeti sunardı. Bu nedenle Yunanlılar gömerlerken bu kayıkçıya para verebilmeleri için gömülenin gözlerine iki sikke koyarlardı. Deniz kazası sırasında hayatını kaybeden bir denizci için de yine kayıkçıya para verebilmesi için ana yelkenin altında biraz para tutuluyordu.

Bir başka topluluk olan Vikingler ise ölenlere merasim düzenlerdiler. Ayrıca gemiler için de bir cenaze merasimi yapılırdı. Gemi merasimleri karada yapılmaktaydı. Kullanım süresi dolan gemiler yakılarak külleri saçılırdı ya da bir höyüğün altında tutulurdu. Vikinglerin efsanelerinden bahseden kitaplarda da bu topluluğun gemileri yakarak denize bıraktıklarından bahsetmektedir. 

Orta çağ dönemlerinde cenaze merasimlerine bazı düzenlemeler ve kısıtlar getirilmiştir. Örneğin Katolik Avrupa’da ölülerin yakılması ve ortaya çıkan küllerin de denize saçılması kesinlikle yasaktı. Bu ölüye saygısızlık olarak anılmaktaydı. Ayrıca ruhun ölümsüzlüğüne inanılmadığı gibi bir anlamı ortaya çıkarıyordu. Bu inanç pagan inancı ile alakalı olarak düşünülüyordu. Kiliselerde geleneksel defin işlemleri uygulanıyordu. Bazı özel durumlarda eğer küller gömülecekse cenazelerin yakılmasına izin veriliyordu. Ya da denizde biri boğulduysa eğer bu cesedin tabutla birlikte denize atılmasına izin veriliyordu. İspanyol ve Fransız denizciler, sahip oldukları inançları nedeniyle denizci arkadaşlarının cenazelerini geminin ambarında tutmaktaydılar. İngilizler denizde hayatını kaybeden denizciler için geniş kapsamlı dini törenler düzenlemekteydi.

Anglikan Kilisesinin uygulamaları diğerlerine göre daha esnek bir şekildeydi. Bir denizci hayatını kaybettiğinde gemi durdurularak cansız beden yelken bezine sarılarak dikilirdi. Sonra cenazeye ağırlık bağlanırdı ve böylece denize atılırdı. Kraliyet deniz kuvvetlerinde ise donanma personelinin cesedi yakılarak külleri bir kap içerisine konuluyordu. Bu kap, sonrasında denize atılıyordu. Yani bu durumda küllerin denize saçılması pek istenmezdi. Denizcilerden Protestan olan birçoğu denize gömülmeyi talep ederdi. Kutsanmış deniz sahaları din adamları tarafından tam da bu amaç için oluşturulmuştu.

Yahudi inancında ise durum çok farklıydı. Bu inanca göre biri ölmüşse hemen toprağa gömülmesi gerekiyordu. Haliyle deniz altında bulunan ölü bedenler gömülmemiş sayılmaktaydı. Bu inançtan ötürü ölen denizcilerin cesetleri karaya varıncaya kadar gemide tutulurdu. Bazı durumlarda sağlık riskleri ortaya çıkıyorsa bu sefer de gerekli önlemler alınırdı ve ceset gemiden bu önlemler doğrultusunda çıkarılırdı. 

İslam inancına göre de cesedin yani ölülerin gömülmesi tercih edilirdi, eğer ölüm denizde gerçekleşmişse cesedin çürümeden önce karaya getirilmesi mümkün değilse o zaman ölü bedenin denizde bırakılmasına müsaade edilirdi. Bu durumda ölü bedene ağırlık bağlanırdı ve böylece denize atılırdı. Leş yiyicilerin bu cesetleri hemen yememesi için de bunların olmadıkları sulara ceset atılırdı. Başka bir uygulama ise cesedin şişmemesi için yapılırdı. İki kalas arasına ceset sıkıca bağlanırdı. Bu işlemden sonra ceset denize atılırdı. Eğer cenaze kıyıya ulaşırsa cesedin yüzü kıbleye dönük bir şekilde olması sağlanarak oradaki halk tarafından gömülürdü. 

Denizde yolculuk süreleri uzadıkça, yaşanan ölüm olaylarında artışlar oluyordu. İskorbüt hastalığı ölümlerin en önemli nedenlerinden biriydi. Bu hastalığın da en önemli nedeni C vitamini eksikliği olarak görülüyordu. 

 • Veba,

 • Kolera,

 • Dizanteri,

 • Tifo,

 • Sarı humma da iskorbütü izleyen diğer hastalıklardı. Gemide uzun süre bekletilen cesetler çürümeye başlıyordu. Bu durum ise özellikle tropikal bölgelerde gemi mürettebatı için ciddi sağlık sorunları meydana getiriyordu. Cenazelerin karaya kadar bozulmadan saklanması gerekiyordu. Bunun ise tek yolu özel karışımlar kullanarak cesedi tahnit etmekten geçiyordu. Tahnit yöntemleri uzun zamandır bilinmesine rağmen uygulaması oldukça zahmetli bir yöntemdi. Sıradan denizciler için pek de uygulanmayan yöntemler bütünüydü. 19. Yüzyıl ortalarında cenazelerin bozulmadan korunmasının yolu buz içinde cesedi bekletmekten geçiyordu. Bu yöntem buz ticareti yapan gemilerde sıklıkla kullanılıyordu. 

Yelken çağında cesetler için uygulanan yöntem şöyledir. Cenaze kefen içerisine konulurdu ve bu dikilirdi. Son dikiş ise cesedin burnundan geçiriliyordu. 19. Yüzyılda bir denizci öldüyse kendi hamağı genellikle kefen olarak kullanılırdı. Kefen içinde yer alan cenazenin batması için kurşunla ağırlaştırılırdı. Sonra ilk önce ayakları su yüzüne denk gelecek biçimde denize bırakılırdı. Savaş dönemleri ile barış dönemlerinde cenazeler için aynı prosedür geçerli olmaktaydı. Cenazenin denize bırakılması sürecinden hemen önce kaptanın idame ettirdiği bir tören yapılırdı. Gemi tekmil ile durdurulurdu ve sancak yarıya indirilirdi. Cesedin ayak tarafı denize denk gelecek biçimde cenaze uzun bir kalasa yerleştirilirdi. Dini usuller yapıldıktan sonra kalas eğilirdi ve ceset denize bırakılırdı. 

20.yüzyılda havacılığın çok ilerlemesi ile ölen denizcilerin cenazelerini karaya ulaştırmak kolaylaşmıştı. Teknik açıdan uçaklar istenilen donanıma ulaşmadığı için bu uygulama biraz daha sonraya sarkmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında deniz üzerinde ölen personelin töreni güvertede gerçekleştirilirdi. Merasim sonrası cenaze denize bırakılırdı. İmkanlar yetersiz olduğundan dolayı cenazeler tabuta konulmadan yelken bezleri içine dikilerek taş ve top mermisi ile ağırlaştırarak denize bırakılırdı. Cenazeler tabutta ise üstüne sancak sarılır ceset uzun bir kalasın üzerine konulurdu. Komutla birlikte kalas eğilirdi ve tabut denize inerdi. 

Günümüzde cenazelerin havadan karaya ulaştırılması ve soğuk depolarda bekletilmesi usulü geliştiğinden cenazelerin denize bırakılması zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Ancak kişi ölmeden önce vasiyet etmişse ya da cenaze sahibinin talebi varsa bu uygulama yapılmaktadır. Ülkemizde de şehit düşen askerlerin cenazeleri donanma için güvertede özel bir merasimin ardından şehidin memleketine gönderilmektedir. Cenazelerine ulaşılamadığı durumlarda örneğin denizde bir çatışma sırasında şehit düşen bir askerimiz olduğu zaman da bu çatışmanın ya da şehadet olayının gerçekleştiği yere her yıl çelenk bırakılmaktadır. Bu anma merasimleri her yıl düzenli olarak yapılmaktadır ve askerin saygı ile anılmasının önemine vurgu yapılmaktadır.